"Evrenin kusursuz işleyişini görmeme rağmen kendi içime kitlenip kalmış gibiyim. Yalnızlıkla birlikte, kendimi izole etmiş hissediyorum."
1991 - The Doors Filminden Replik
27 Aralık 2009
25 Aralık 2009
"Max: Peki Tanrı'ya inanıyor musun?
Einstein: Kendi hayatlarımıza yaptığımız şeyin iradesine sahip olan bir Tanrı tasavvur edemiyorum.
Max: Peki ya ölümden sonraki yaşam?
Einstein: Aynı şekilde kendi fiziksel ölümünün baki kalacağını düşünen bir ferdi de tasavvur edemiyorum."
2008 - Einstein and Eddington Filminden Replik
Einstein: Kendi hayatlarımıza yaptığımız şeyin iradesine sahip olan bir Tanrı tasavvur edemiyorum.
Max: Peki ya ölümden sonraki yaşam?
Einstein: Aynı şekilde kendi fiziksel ölümünün baki kalacağını düşünen bir ferdi de tasavvur edemiyorum."
2008 - Einstein and Eddington Filminden Replik
24 Aralık 2009
23 Aralık 2009
"Aldatmanın kanıksandığı bir toplumu düşünmek bile istemem. Ancak düşünce özgürlüğünü savunan biri olarak yalnızca beyinde yaşanan kaçamakları da asla yargılamam..."
"Aldatmak, insanın sevdiği kişi tarafından sinsice kazılan bir kuyudur. Aldatılmak ise bu kuyunun karanlık dibini görmek. Yapış yapış, kaygan duvarlarıyla kuyu, içine düşene kolayca tırmanıp kurtulma şansı vermez. Sonuçsuz kalan her çaba, insanı yorar, güçsüzleştirir, umudunu yitirmesine yol açar."
Attila Şenkon - "Sustum Duydun Mu?" Kitabından Alıntı
"Aldatmak, insanın sevdiği kişi tarafından sinsice kazılan bir kuyudur. Aldatılmak ise bu kuyunun karanlık dibini görmek. Yapış yapış, kaygan duvarlarıyla kuyu, içine düşene kolayca tırmanıp kurtulma şansı vermez. Sonuçsuz kalan her çaba, insanı yorar, güçsüzleştirir, umudunu yitirmesine yol açar."
Attila Şenkon - "Sustum Duydun Mu?" Kitabından Alıntı
20 Aralık 2009
Lea: Neden geri geldin?
Tam da seni…
Cheri: Ben başlayamamıştım bile.
Lea: Ben de.
Cheri: Döndüm çünkü sensiz yapamazdım.
Haftalardır hayatımın nasıl bir halde olduğu hakkında hiçbir fikrin yok.
Şimdi anlıyorum ki, ne çektiysem bir kadın yüzünden.
Geri döndüğünü öğrendiğimde, öyle rahatladım ki.
Evime gidebilirim diye düşündüm.
Her şey iyi olabilir diye.
Tüm düşündüğüm şey…
Dün gece buraya geldim ve…
Lea: Buraya geldin ve…
… yaşlı bir kadın buldun.
Evet, yaşlı bir kadın buldun karşında.
Ağlama.
Neden ağlıyorsun ki?
Sana çok minnettarım.
Beni gerçekten seviyor muydun?
Gerçekten benim iyi bir insan olduğumu düşünüyor muydun?
Eğer ben iyi bir insansam, seni bir adam yaptım demektir.
Ve benim memnuniyetim ve senin mutluluğun düşünülmesi gereken tek şey.
Seni tamamen kendime saklayamazdım.
Bana bak.
Haklısın.
Sızlandığın her şey, benim hatam.
Ama 30 yıl kolay yoldan yaşamak seni kolay incinir yapıyor.
Evet seninle gelecek hakkında konuşmadım.
Bağışla beni.
Seni, aynı gün ölecekmişiz gibi sevdim.
Böyle uzun bir süre seni sürekli kalbimde hissettim.
Ama senin de kendi sorumluluklarını kalbinde taşıyabileceğini unuttum.
Genç bir eşi…
Belki de bir bebeği…
Ve sonunda acı çekeceksin.
Beni özleyeceksin.
Ve acını dindirmeye yetecek kadar, bilgelik ve sabır arayacaksın.
Başkaları için acı çekmeyeceksin.
Şu var ki, şimdi gençliğinin değerini biliyorsun.
Asla tatmin edici olmayacak bu.
Her zaman geçmişi daha da fazla isteyeceksin.
Gitmelisin.
Seni seviyorum.
Fakat çok geç.
2009 - Chéri Filminden Replik
Tam da seni…
Cheri: Ben başlayamamıştım bile.
Lea: Ben de.
Cheri: Döndüm çünkü sensiz yapamazdım.
Haftalardır hayatımın nasıl bir halde olduğu hakkında hiçbir fikrin yok.
Şimdi anlıyorum ki, ne çektiysem bir kadın yüzünden.
Geri döndüğünü öğrendiğimde, öyle rahatladım ki.
Evime gidebilirim diye düşündüm.
Her şey iyi olabilir diye.
Tüm düşündüğüm şey…
Dün gece buraya geldim ve…
Lea: Buraya geldin ve…
… yaşlı bir kadın buldun.
Evet, yaşlı bir kadın buldun karşında.
Ağlama.
Neden ağlıyorsun ki?
Sana çok minnettarım.
Beni gerçekten seviyor muydun?
Gerçekten benim iyi bir insan olduğumu düşünüyor muydun?
Eğer ben iyi bir insansam, seni bir adam yaptım demektir.
Ve benim memnuniyetim ve senin mutluluğun düşünülmesi gereken tek şey.
Seni tamamen kendime saklayamazdım.
Bana bak.
Haklısın.
Sızlandığın her şey, benim hatam.
Ama 30 yıl kolay yoldan yaşamak seni kolay incinir yapıyor.
Evet seninle gelecek hakkında konuşmadım.
Bağışla beni.
Seni, aynı gün ölecekmişiz gibi sevdim.
Böyle uzun bir süre seni sürekli kalbimde hissettim.
Ama senin de kendi sorumluluklarını kalbinde taşıyabileceğini unuttum.
Genç bir eşi…
Belki de bir bebeği…
Ve sonunda acı çekeceksin.
Beni özleyeceksin.
Ve acını dindirmeye yetecek kadar, bilgelik ve sabır arayacaksın.
Başkaları için acı çekmeyeceksin.
Şu var ki, şimdi gençliğinin değerini biliyorsun.
Asla tatmin edici olmayacak bu.
Her zaman geçmişi daha da fazla isteyeceksin.
Gitmelisin.
Seni seviyorum.
Fakat çok geç.
2009 - Chéri Filminden Replik
Abby: "Bana bayan mükemmeli anlat. Hani şu kalbini kıran kadını."
Mike: "Sadece bir kişi değildi. Daha çok geçit töreni gibiydi.
Bağlılığın suyunu çıkaranlar, sadakatten anlamayanlar, sürekli depresif olanlar, kendini beğenmişler, iki yüzlüler. Kısacası, sonradan benden hiç hoşlanmadıklarını anladığım kızlar.
30 yaşıma geldiğimde insanın, iyi ilişki diye bir şeyin gerçekten var olmadığını anlayana kadar bir sürü boktan ilişki yaşadığını fark ettim.”
2009 - The Ugly Truth Filminden Replik
Mike: "Sadece bir kişi değildi. Daha çok geçit töreni gibiydi.
Bağlılığın suyunu çıkaranlar, sadakatten anlamayanlar, sürekli depresif olanlar, kendini beğenmişler, iki yüzlüler. Kısacası, sonradan benden hiç hoşlanmadıklarını anladığım kızlar.
30 yaşıma geldiğimde insanın, iyi ilişki diye bir şeyin gerçekten var olmadığını anlayana kadar bir sürü boktan ilişki yaşadığını fark ettim.”
2009 - The Ugly Truth Filminden Replik
13 Aralık 2009
Bu dünyanın baştan çıkarma aracı ile bu dünyanın sadece bir geçiş olduğuna ilişkin güvence, bir ve aynı şeydir. Böyle olması da gerekir, çünkü dünya ancak bir yoldan yaratabilir bizi ve bu da gerçeğe uygun düşer. Ama işin berbat yanı, ayartı başarıya ulaşınca biz güvenceyi unuturuz ve böylece İyi, bizi kandırıp Kötü'nün kucağına atar, kadının bakışıyla bizi yatağına çağırması gibi.
Kafka - Aforizmalar 105.
Kafka - Aforizmalar 105.
25 Kasım 2009
ARTIK KALBİM YOK
artık kalbim yok ağladığımda sana
düşündüğümde seni artık kalbim yok
seni anlatırken birilerine, atmıyor kalbim
atmıyor kalbim seni gördüğümde rüyalarımda
istediğin gibi yaptım; artık kalbim yok !
küçük bir velede verdim onu, oyuncak niyetine
fırlattım attım doyursun karnını diye bir sokak
köpeğine
suda sektirdim bir kiremit parçası gibi
ve bekledim batmasını
bekledim batmasını yanan bir gemi
nasıl ağlayarak denize dökülürse
istediğin gibi yaptım; artık kalbim yok!
artık kalbim yok baktığımda eski resimlere
özlediğimde seni
arta kalmış bir kalbim yok!
YOK!
Küçük İskender
düşündüğümde seni artık kalbim yok
seni anlatırken birilerine, atmıyor kalbim
atmıyor kalbim seni gördüğümde rüyalarımda
istediğin gibi yaptım; artık kalbim yok !
küçük bir velede verdim onu, oyuncak niyetine
fırlattım attım doyursun karnını diye bir sokak
köpeğine
suda sektirdim bir kiremit parçası gibi
ve bekledim batmasını
bekledim batmasını yanan bir gemi
nasıl ağlayarak denize dökülürse
istediğin gibi yaptım; artık kalbim yok!
artık kalbim yok baktığımda eski resimlere
özlediğimde seni
arta kalmış bir kalbim yok!
YOK!
Küçük İskender
ÖLÜMÜ DE KUSACAĞIM
çınar ağaçları ölüm orucunda
hasarat ayaklarımla geldim geceye
bu şehir şimdilik şurda unutulsun
uzun bir bıçak vardı ya avucumda
kendi kendini kanatırdı sessizce
sevdiğim adamın adı: sokak adları
sokak atları ve sokaksız yalnızlığım
içimde tuzlu bir mağma taşırmışcasına
yüzüme geldim yüzümde kuru çam yaprakları
çamlar dediysem inanmanız da gerekmez
pencerelerden sarkıtılan
kaçık erkek çorapları... aaah! ölüm!
zulmettikçe hicvedeceğim seni
içeceğim anasını satayım
kusacağım da! her yere bakan gözlerimle...
tut elimden istanbul!
tut elimden pis orospu!
tut ki elim sana bir mektup gibi kanasın
tut ki elim bir an olsun sıcak
bir an olsun bir sübyan ağlayışı gibi
imzasız kalsın!
Küçük İskender
hasarat ayaklarımla geldim geceye
bu şehir şimdilik şurda unutulsun
uzun bir bıçak vardı ya avucumda
kendi kendini kanatırdı sessizce
sevdiğim adamın adı: sokak adları
sokak atları ve sokaksız yalnızlığım
içimde tuzlu bir mağma taşırmışcasına
yüzüme geldim yüzümde kuru çam yaprakları
çamlar dediysem inanmanız da gerekmez
pencerelerden sarkıtılan
kaçık erkek çorapları... aaah! ölüm!
zulmettikçe hicvedeceğim seni
içeceğim anasını satayım
kusacağım da! her yere bakan gözlerimle...
tut elimden istanbul!
tut elimden pis orospu!
tut ki elim sana bir mektup gibi kanasın
tut ki elim bir an olsun sıcak
bir an olsun bir sübyan ağlayışı gibi
imzasız kalsın!
Küçük İskender
05 Ekim 2009
Niccolò Machiavelli
"İnsanlar size karşı suç işledikleri ve kötülük yaptıkları zaman, sizin onlara vereceğiniz yanıt, onların size yaptığından bin beter olabilir ve olmalıdır."
"Kendi düşen adamı bırak düşsün . Eğer bir başkası tarafından itilmişse işte o zaman onu tut."
"Korkulmak sevilmekten iyidir. Sevgiyi ayakta tutan şey, şükran hissidir. Ancak insanlar fazlasıyla bencil olduklarından, kendi işlerine geldiği noktada bu şükran hissini bir kenara bırakıp çekip gidebilirler. Oysa korkuyu ayakta tutan, cezalandırılma olasılığıdır ki bu olasılık her zaman daha etkilidir."
"Kendi düşen adamı bırak düşsün . Eğer bir başkası tarafından itilmişse işte o zaman onu tut."
"Korkulmak sevilmekten iyidir. Sevgiyi ayakta tutan şey, şükran hissidir. Ancak insanlar fazlasıyla bencil olduklarından, kendi işlerine geldiği noktada bu şükran hissini bir kenara bırakıp çekip gidebilirler. Oysa korkuyu ayakta tutan, cezalandırılma olasılığıdır ki bu olasılık her zaman daha etkilidir."
01 Ekim 2009
Bu Kez Anladım
Bu kez anladım
Kuru dallardan yapma
Bi köprüden geçiyorum
Ben ordaydım
Erbabı yalnızları
Yutan kentler biliyorum
Bu kez anladım
Hüzünlerden bozma
Mutluluklar yaşıyorum
Ben ordaydım
Acemi aşıkları
Boğan sular biliyorum
Ne müttefik belli
Ne sığınakların yeri
Kaybettim bugün kendimi, hükümsüzdür
Sonu yok bunun, boşluklardan boşluk beğendim
Vazgeçtim bugün herşeyden halsiz şu kalbim
Kan revan içinde hep kanamaz denen yerlerim
Kaybettim bugün kendimi, hükümsüzdür
Sonu yok bunun, boşluklardan boşluk beğendim
Vazgeçtim bugün herşeyden halsiz şu kalbim
Hem suçsuz hem güçsüz hem halsiz...
Bu kez anladım
Kartonlardan yapma
Siperlere pusuyorum
Ben ordaydım
Huzurlu zamanları
Yıkan sorular biliyorum
Ne müttefik belli
Ne sığınakların yeri
Kaybettim bugün kendimi, hükümsüzdür
Sonu yok bunun, boşluklardan boşluk beğendim
Vazgeçtim bugün herşeyden halsiz şu kalbim
Kan revan içinde hep kanamaz denen yerlerim
Kaybettim bugün kendimi, hükümsüzdür
Sonu yok bunun, boşluklardan boşluk beğendim
Vazgeçtim bugün herşeyden halsiz şu kalbim
Hem suçsuz hem güçsüz hem halsiz...
Bu kez anladım
Kuru dallardan yapma
Bi köprüden geçiyorum
Ben ordaydım
Erbabı yalnızları
Yutan kentler biliyorum...
Emre Aydın
Kuru dallardan yapma
Bi köprüden geçiyorum
Ben ordaydım
Erbabı yalnızları
Yutan kentler biliyorum
Bu kez anladım
Hüzünlerden bozma
Mutluluklar yaşıyorum
Ben ordaydım
Acemi aşıkları
Boğan sular biliyorum
Ne müttefik belli
Ne sığınakların yeri
Kaybettim bugün kendimi, hükümsüzdür
Sonu yok bunun, boşluklardan boşluk beğendim
Vazgeçtim bugün herşeyden halsiz şu kalbim
Kan revan içinde hep kanamaz denen yerlerim
Kaybettim bugün kendimi, hükümsüzdür
Sonu yok bunun, boşluklardan boşluk beğendim
Vazgeçtim bugün herşeyden halsiz şu kalbim
Hem suçsuz hem güçsüz hem halsiz...
Bu kez anladım
Kartonlardan yapma
Siperlere pusuyorum
Ben ordaydım
Huzurlu zamanları
Yıkan sorular biliyorum
Ne müttefik belli
Ne sığınakların yeri
Kaybettim bugün kendimi, hükümsüzdür
Sonu yok bunun, boşluklardan boşluk beğendim
Vazgeçtim bugün herşeyden halsiz şu kalbim
Kan revan içinde hep kanamaz denen yerlerim
Kaybettim bugün kendimi, hükümsüzdür
Sonu yok bunun, boşluklardan boşluk beğendim
Vazgeçtim bugün herşeyden halsiz şu kalbim
Hem suçsuz hem güçsüz hem halsiz...
Bu kez anladım
Kuru dallardan yapma
Bi köprüden geçiyorum
Ben ordaydım
Erbabı yalnızları
Yutan kentler biliyorum...
Emre Aydın
28 Eylül 2009
Küller ve Kar / Lanetlenmiş Kadınlar
Diyebiliyorsan de bana, dehşetim, ruhum
Yakışıksız, garip bir eylemde bulunduk mu?
Sen “meleğim!” dedikçe korkudan titriyorum
Yine de dudaklarım gidiyor sana doğru.
Kalbimin sonsuza dek sahibi, kızkardeşim
Artık tek düşüncemsin, öyle bakma yüzüme
Beni yakacakları ateş ve cehennemim
Günahımın ilki, ilk nedeni olsa bile
Kim söz edebilirmiş aşk varken cehennemden?
Binlerce lanet olsun, o ilk hayalci kimse
Lanet o budalaya, o dürüstlük satana
Çözümsüz ve kısır bir sorunu benimseyip
Aşka dürüstlük denen saçmalığı katana!
Serin ile sıcağı, gündüz ile geceyi
Gizemli bir uyumda görmek isteyen bir kaz
Bir işe yaramayan inmeli bedenini
Sevda denen o kızıl güneşte ısıtamaz!
Bu dünyada herkesin bir tek sahibi vardır!
Çocuk birden acıyla haykırdı: duyuyorum.
Şu an tüm varlığımda, benliğimde derin bir
Uçurum açılıyor: kalbimindir bu uçurum!
Volkan gibi yakıcı ve boşluk gibi derin!,
Euménide’in, elinde meşale, kanına dek
Yaktığı bu ejderin, bu inleyen yüreğin
Kanmayan susuzluğu dinmiyor, dinmeyecek.
Kopalım bu dünyadan, perdeleri çekelim,
Dinlendirsin öpüşler yorgun yüreğimizi!
Derin göğüslerinde yok olmak, tüm dileğim,
Ve bulmak mezarların uzak serinliğini!
İnin, durmadan inin, ey acıklı kurbanlar
İnin, sonsuz, ölümsüz cehennemin yolundan
Uçurumun dibine dalın, orda tüm suçlar
Kamçılanıp göklerden gelmeyen bir rüzgârla
Tek serin ışık sızmayacak mahzeninize
Ve işte, yarıklardan, sokak feneri gibi
Yanan kızgın mikroplar giriyor içeriye,
Korkunç kokularıyla kaplıyor gövdenizi
Yazgınızı kendiniz yazın, düzensiz ruhlar
İçinizde kökleşen sonsuzluktan sakının!
Dedi: nedir düşüncen, ne dersin olanlara?
Hoyratça soldururlar, hippolyte, tatlı yürek
İlk güllerin kutsal adağını o kaba
O yaban soluklara asla sunmaman gerek
Hippolyte, kızkardeşim, yüzünü bana dön sen
Ruhumsun, her şeyimsin ve öteki yanımsın
Kutsal merhem, çevir o yıldızlı gözlerini
Bir tek bakışın bana yeter, ey tatlı bacım
Daha loş arzuların kaldırıp perdesini
Sonsuz düşler içinde
Seni uyutacağım…
Charles Baudelaire
Çeviren: Erdoğan Alkan
“Tek farkı farkındalığı olan insanoğlunun, farksızlığının farkında mısın?”
Yakışıksız, garip bir eylemde bulunduk mu?
Sen “meleğim!” dedikçe korkudan titriyorum
Yine de dudaklarım gidiyor sana doğru.
Kalbimin sonsuza dek sahibi, kızkardeşim
Artık tek düşüncemsin, öyle bakma yüzüme
Beni yakacakları ateş ve cehennemim
Günahımın ilki, ilk nedeni olsa bile
Kim söz edebilirmiş aşk varken cehennemden?
Binlerce lanet olsun, o ilk hayalci kimse
Lanet o budalaya, o dürüstlük satana
Çözümsüz ve kısır bir sorunu benimseyip
Aşka dürüstlük denen saçmalığı katana!
Serin ile sıcağı, gündüz ile geceyi
Gizemli bir uyumda görmek isteyen bir kaz
Bir işe yaramayan inmeli bedenini
Sevda denen o kızıl güneşte ısıtamaz!
Bu dünyada herkesin bir tek sahibi vardır!
Çocuk birden acıyla haykırdı: duyuyorum.
Şu an tüm varlığımda, benliğimde derin bir
Uçurum açılıyor: kalbimindir bu uçurum!
Volkan gibi yakıcı ve boşluk gibi derin!,
Euménide’in, elinde meşale, kanına dek
Yaktığı bu ejderin, bu inleyen yüreğin
Kanmayan susuzluğu dinmiyor, dinmeyecek.
Kopalım bu dünyadan, perdeleri çekelim,
Dinlendirsin öpüşler yorgun yüreğimizi!
Derin göğüslerinde yok olmak, tüm dileğim,
Ve bulmak mezarların uzak serinliğini!
İnin, durmadan inin, ey acıklı kurbanlar
İnin, sonsuz, ölümsüz cehennemin yolundan
Uçurumun dibine dalın, orda tüm suçlar
Kamçılanıp göklerden gelmeyen bir rüzgârla
Tek serin ışık sızmayacak mahzeninize
Ve işte, yarıklardan, sokak feneri gibi
Yanan kızgın mikroplar giriyor içeriye,
Korkunç kokularıyla kaplıyor gövdenizi
Yazgınızı kendiniz yazın, düzensiz ruhlar
İçinizde kökleşen sonsuzluktan sakının!
Dedi: nedir düşüncen, ne dersin olanlara?
Hoyratça soldururlar, hippolyte, tatlı yürek
İlk güllerin kutsal adağını o kaba
O yaban soluklara asla sunmaman gerek
Hippolyte, kızkardeşim, yüzünü bana dön sen
Ruhumsun, her şeyimsin ve öteki yanımsın
Kutsal merhem, çevir o yıldızlı gözlerini
Bir tek bakışın bana yeter, ey tatlı bacım
Daha loş arzuların kaldırıp perdesini
Sonsuz düşler içinde
Seni uyutacağım…
Charles Baudelaire
Çeviren: Erdoğan Alkan
“Tek farkı farkındalığı olan insanoğlunun, farksızlığının farkında mısın?”
26 Eylül 2009
Terkeden
Kimdi kimdi kalan
Giden mi suçludur her zaman?
Ne zaman başlar ayrılıklar
Dostluklar biter ne zaman
Her geçen gün bir parça daha
Aldı götürdü bizden
Aynı kalmıyordu hiçbir şey
Değişiyordu herşey
kendiliğinden
Artık çözülmüştü ellerimiz
Artık bölünmüştü yüreğimiz
Birimiz söylemeliydi bunu
Ötekini incitmeden
Kimdi giden kimdi kalan
Aslında giden değil
Kalandır terkeden
Giden de
bu yüzden gitmiştir zaten
Murathan Mungan
Giden mi suçludur her zaman?
Ne zaman başlar ayrılıklar
Dostluklar biter ne zaman
Her geçen gün bir parça daha
Aldı götürdü bizden
Aynı kalmıyordu hiçbir şey
Değişiyordu herşey
kendiliğinden
Artık çözülmüştü ellerimiz
Artık bölünmüştü yüreğimiz
Birimiz söylemeliydi bunu
Ötekini incitmeden
Kimdi giden kimdi kalan
Aslında giden değil
Kalandır terkeden
Giden de
bu yüzden gitmiştir zaten
Murathan Mungan
14 Eylül 2009
Kan Revan İçindeyim
Bağışlayın beni sevdalarım
Kendimi parçalara ayıramadım
Alın gidin korkularımı
Saçlarımı ellerinizle okşayın
Hiçbir ayrılık yeniden yaratmıyor artık beni
Alın gidin korkularımı
Saçlarımı ellerinizle okşayın
Ve bütün ayrılıklar sabah olunca alıyor nefesimi
Kan revan içindeyim gönlümün derdindeyim
Yerlerin dibindeyim kurtar ne olur
Kanrevan içindeyim yarimin peşindeyim
Cennetin izindeyim kurtar ne olur
Aşk ağır yükler bindirdi küçülen omuzlarıma
Kalplerinizden kaçtım hep
Varıp gittim en karanlıklara
Yağmur ıslak mazeretler yükledi büyüyen yangınıma
Cehennemden düştüm hep beni hiç görmediler
Yağmur ıslak mazeretler yükledi büyüyen yangınıma
Seviştim ve yoruldum varıp gittim en yanlızlıklara
Kan revan içindeyim gönlümün derdindeyim
Yerlerin dibindeyim kurtar ne olur
Kan revan içindeyim yarimin peşindeyim
Cennetin izindeyim kurtar ne olur
Murat Yılmazyıldırım
Kendimi parçalara ayıramadım
Alın gidin korkularımı
Saçlarımı ellerinizle okşayın
Hiçbir ayrılık yeniden yaratmıyor artık beni
Alın gidin korkularımı
Saçlarımı ellerinizle okşayın
Ve bütün ayrılıklar sabah olunca alıyor nefesimi
Kan revan içindeyim gönlümün derdindeyim
Yerlerin dibindeyim kurtar ne olur
Kanrevan içindeyim yarimin peşindeyim
Cennetin izindeyim kurtar ne olur
Aşk ağır yükler bindirdi küçülen omuzlarıma
Kalplerinizden kaçtım hep
Varıp gittim en karanlıklara
Yağmur ıslak mazeretler yükledi büyüyen yangınıma
Cehennemden düştüm hep beni hiç görmediler
Yağmur ıslak mazeretler yükledi büyüyen yangınıma
Seviştim ve yoruldum varıp gittim en yanlızlıklara
Kan revan içindeyim gönlümün derdindeyim
Yerlerin dibindeyim kurtar ne olur
Kan revan içindeyim yarimin peşindeyim
Cennetin izindeyim kurtar ne olur
Murat Yılmazyıldırım
11 Eylül 2009
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz...
Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.
"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.
Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun... İstemek de güzel.
Can Yücel
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.
"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.
Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun... İstemek de güzel.
Can Yücel
30 Ağustos 2009
Mavi Kuş
bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama ben ondan güçlüyüm, kal,
diyorum ona, kimsenin
seni görmesine izin veremem.
bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama viski döküyorum üstüne
sigara dumanına
boğuyorum,
fahişeler, barmenler ve
bakkal çırakları hiçbir zaman
bilmiyorlar onun orada
olduğunu.
bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama ben ondan güçlüyüm,
yat lan aşağı, diyorum ona,
ocağıma incir dikmek mi
niyetin? Avrupa'daki kitap
satışlarını sabote etmek mi?
bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama zekiyim, sadece
geceleri izin veriyorum çıkmasına,
herkes yattıktan sonra.
orada olduğunu biliyorum, derim
ona, kederlenme
artık.
sonra yerine koyarım yine
ama hafifçe öter
tamamen ölmesine de izin
vermiyorum
ve birlikte uyuyoruz
gizli antlaşmamızla
ve insanı ağlatacak kadar
güzel, ama ben
ağlamam, ya
siz?
Charles Bukowski
çıkmaya can atan
ama ben ondan güçlüyüm, kal,
diyorum ona, kimsenin
seni görmesine izin veremem.
bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama viski döküyorum üstüne
sigara dumanına
boğuyorum,
fahişeler, barmenler ve
bakkal çırakları hiçbir zaman
bilmiyorlar onun orada
olduğunu.
bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama ben ondan güçlüyüm,
yat lan aşağı, diyorum ona,
ocağıma incir dikmek mi
niyetin? Avrupa'daki kitap
satışlarını sabote etmek mi?
bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama zekiyim, sadece
geceleri izin veriyorum çıkmasına,
herkes yattıktan sonra.
orada olduğunu biliyorum, derim
ona, kederlenme
artık.
sonra yerine koyarım yine
ama hafifçe öter
tamamen ölmesine de izin
vermiyorum
ve birlikte uyuyoruz
gizli antlaşmamızla
ve insanı ağlatacak kadar
güzel, ama ben
ağlamam, ya
siz?
Charles Bukowski
24 Ağustos 2009
Kitleler
kırgın,sefil,kendini kazıklanmış hisseden
yalnız insanlar,güçlerin ihanetine uğradıklarını
hissederek,hayatı suçlayarak,koşulları suçlayarak,
başkalarını suçlayarak,oysa aslında
onlardır
tamamen iştah tıkatıcı,görevmişçesine sıradan,korkak
hayatta hiçbir şeyi doğru yapamadıkları halde haksızlığa
uğradıklarını düşünürler,esefle doldururlar dünyayı,
nefretle-
hiçbir yerin ortasında ölü-gözlü milyonlarca
insan hatası,günden güne,geceden geceye hadım edilmiş
eylemleri ile ilerleyen,
dünyanın ciğerini yakıyor
bu israf,
dehşeti
bu israfın.
Charles Bukowski
yalnız insanlar,güçlerin ihanetine uğradıklarını
hissederek,hayatı suçlayarak,koşulları suçlayarak,
başkalarını suçlayarak,oysa aslında
onlardır
tamamen iştah tıkatıcı,görevmişçesine sıradan,korkak
hayatta hiçbir şeyi doğru yapamadıkları halde haksızlığa
uğradıklarını düşünürler,esefle doldururlar dünyayı,
nefretle-
hiçbir yerin ortasında ölü-gözlü milyonlarca
insan hatası,günden güne,geceden geceye hadım edilmiş
eylemleri ile ilerleyen,
dünyanın ciğerini yakıyor
bu israf,
dehşeti
bu israfın.
Charles Bukowski
04 Ağustos 2009
YIKILMIŞ ENKAZ
yitirdim bana verilmiş olan sırrı
artık bilmiyorum ne yapacağımı
bunun böyle gideceğini sandım bir zaman
artık öyle değil
koşmak isteyen ayakları olmayan bir adam bu
konuşmak isteyen başı olmayan bir kadın
ağlamak için yalnızca gözleri bulunan bir çocuk
yine de giderken görmüştüm seni
çoktan uzaklaşmıştın
bir trompet çalıyordu
bağırıyordu kalabalık
ve sen geri dönmuyordun
adım adım izleyecek uzun bir yolumuz var
hep birlikte atacağımız adımla
nefret ediyorum parıldayan yüzünden
bana uzattığın elden
ve karnından sen yaşlısın
bana benziyorsun
dönüşte hiçbir şey bulmuyorum ben
hiçbir şey verilmedi bana
herşey harcandı
gecede yıkılıp giden
bir dekor yüzeyi
Pierre Reverdy
artık bilmiyorum ne yapacağımı
bunun böyle gideceğini sandım bir zaman
artık öyle değil
koşmak isteyen ayakları olmayan bir adam bu
konuşmak isteyen başı olmayan bir kadın
ağlamak için yalnızca gözleri bulunan bir çocuk
yine de giderken görmüştüm seni
çoktan uzaklaşmıştın
bir trompet çalıyordu
bağırıyordu kalabalık
ve sen geri dönmuyordun
adım adım izleyecek uzun bir yolumuz var
hep birlikte atacağımız adımla
nefret ediyorum parıldayan yüzünden
bana uzattığın elden
ve karnından sen yaşlısın
bana benziyorsun
dönüşte hiçbir şey bulmuyorum ben
hiçbir şey verilmedi bana
herşey harcandı
gecede yıkılıp giden
bir dekor yüzeyi
Pierre Reverdy
31 Temmuz 2009
Ömrüm Ben Seni Yine Yaşadım Sayıyorum
gece kim çıkıp geldiyse yağmur yağdı
ıslandım odadan odaya koştum
uzak bir kenti hatırlıyor gibiyim
aklımda sokaklar caddeler evler
kapı önlerinde hoparlörler ölümden mi söz ediyor
yoksa ben mi duymakta zorluk çekiyorum
hayat yeknesak olan ne varsa bana bıraktı
eğri büğrü yollar evlerin arasında kayboldu
ölümün sesi benim duyduğum hırıltılı fısıltı kadar
hangi duvara dayansam hemen üstüme yıkılacak
kapıları kapatmanın hiç faydası yok
gurbet kilitsiz evdir daha çok yol
kederden başkasını bilmez mezarlıklar
çiçekler çoktan soldu destiler kırık
annem kapı önünde kardeşlerim dağıldı
babam askerlik fotoğrafından bakıyor
sigaranın dumanı acımın derin soluğu
içime çektikçe ceren kapıda beliriyor
ben ona gülümsüyorum yüzümden belli
belirsiz hüzün giriyor aramıza sürekli
acıdan söz eden insanım bu gün nerem ağrıdı
muhakkak kalbimdir gece olunca başkasını bilmem
yağmur yağıyor çiçekler hala balkonda
çocukluğum şimdi bir yerlerden çıkar gelir
ben oturur onu dinlerim eski evden beri
yıkılmış duvarın ayakta kalan yanıyım
uzak kente yağan yağmur kesildi
pencere camlarının buğusu hangi kadının
ellerinde serinlik bırakıp gitti
nereye giderse buğusu bana kalır soğuktur
hayat yaşını başını çoktan aldı gün aydın
işgal altında hatıralarım fotoğraflar yangında
kül olmuş savrulup duruyor etimi
buruyor hayata ilişkin hatırladığım ne varsa
çürüyor evler yanık et kokusu
annem içeri girdi kardeşlerim kim bilir nerde
tanımadığım oda bilmediğim pencere
bana baksın dursun yağmuru içeri buyur etsin
arkadaşlarım geçmişini çoktan unuttu
çoluk çocuk iş aş dünyanın bin bir hali
babam meşe ağacının gölgesinde yüzü
duvara dönük sigarası yarım kaldı
ben arkamda bir bahçeyi bırakıp geldim
ev yıkıldı yapıldı yıkıldı yapıldı yıkıldı
tahta masa sandalyesini düşmesin diye tuttu
ayna kendisinden başkasını görmez oldu
sokak çeşmesi söğüt ağacının altında
zakkum büyüdü artık koca ağaçtır annem
onu iki günde bir suluyor yağmurda
dökülen asma yapraklarını topluyor hayat
kapısının önünde upuzun bir yol
kime çıkar kim bilir
ömrüm ben seni yine yaşadım sayıyorum!
Halim Şafak
ıslandım odadan odaya koştum
uzak bir kenti hatırlıyor gibiyim
aklımda sokaklar caddeler evler
kapı önlerinde hoparlörler ölümden mi söz ediyor
yoksa ben mi duymakta zorluk çekiyorum
hayat yeknesak olan ne varsa bana bıraktı
eğri büğrü yollar evlerin arasında kayboldu
ölümün sesi benim duyduğum hırıltılı fısıltı kadar
hangi duvara dayansam hemen üstüme yıkılacak
kapıları kapatmanın hiç faydası yok
gurbet kilitsiz evdir daha çok yol
kederden başkasını bilmez mezarlıklar
çiçekler çoktan soldu destiler kırık
annem kapı önünde kardeşlerim dağıldı
babam askerlik fotoğrafından bakıyor
sigaranın dumanı acımın derin soluğu
içime çektikçe ceren kapıda beliriyor
ben ona gülümsüyorum yüzümden belli
belirsiz hüzün giriyor aramıza sürekli
acıdan söz eden insanım bu gün nerem ağrıdı
muhakkak kalbimdir gece olunca başkasını bilmem
yağmur yağıyor çiçekler hala balkonda
çocukluğum şimdi bir yerlerden çıkar gelir
ben oturur onu dinlerim eski evden beri
yıkılmış duvarın ayakta kalan yanıyım
uzak kente yağan yağmur kesildi
pencere camlarının buğusu hangi kadının
ellerinde serinlik bırakıp gitti
nereye giderse buğusu bana kalır soğuktur
hayat yaşını başını çoktan aldı gün aydın
işgal altında hatıralarım fotoğraflar yangında
kül olmuş savrulup duruyor etimi
buruyor hayata ilişkin hatırladığım ne varsa
çürüyor evler yanık et kokusu
annem içeri girdi kardeşlerim kim bilir nerde
tanımadığım oda bilmediğim pencere
bana baksın dursun yağmuru içeri buyur etsin
arkadaşlarım geçmişini çoktan unuttu
çoluk çocuk iş aş dünyanın bin bir hali
babam meşe ağacının gölgesinde yüzü
duvara dönük sigarası yarım kaldı
ben arkamda bir bahçeyi bırakıp geldim
ev yıkıldı yapıldı yıkıldı yapıldı yıkıldı
tahta masa sandalyesini düşmesin diye tuttu
ayna kendisinden başkasını görmez oldu
sokak çeşmesi söğüt ağacının altında
zakkum büyüdü artık koca ağaçtır annem
onu iki günde bir suluyor yağmurda
dökülen asma yapraklarını topluyor hayat
kapısının önünde upuzun bir yol
kime çıkar kim bilir
ömrüm ben seni yine yaşadım sayıyorum!
Halim Şafak
BÜYÜK SIR
Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Zaman sensin
Zaman kadındır ister ki hep okşansın
Diz çökülsün hep
Dökülmesi gereken bir giysi gibi ayaklarına.
Bir taranmış
Bir upuzun saç gibi zaman
Soluğun buğulandırıp sildiğin ayna gibi.
Zaman sensin, uyuyan sen
Şafakta ben uykusuz seni beklerken
Sensin gırtlağıma dalan, bir bıçak gibi...
Ah bu söyleyemediğim işkencesi hiç geçmeyen zamanın
Bu mavi çanaklarda kan gibi
Durdurulmuş zamanın işkencesi
Ah bu daha beter işkence hiç mi hiç giderilmemiş istekten
Bu göz susuzluğundan sen yürürken odada
Bense bilirim büyüyü bozmamak gerektiğini
Daha beter seni kaçak
Seni yabancı bilmekten
Aklın ayrı bir yerde gönlün ayrı bir yüzyılda kalmaktan
Tanrım ne ağırdır sözcükler
Asıl demek istediğim bu.
Hazzın ötesinde sevgim
Hiç bir zararın erişemeyeceği yerde bugün
Sevgim
Sen ki benim saat-şakağımda vurursun
Boğulurum soluk alıp vermesen
Tenimde bir duraksar ve yerleşir adımın.
......
Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Korkuyorum senden
Korkuyorum yanın sıra gidenden pencerelere doğru akşam üzeri
El kol oynatışından söylenmeyen sözlerden
Korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan
Korkuyorum senden.
Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Kapat kapıları
Ölmek daha kolaydır sevmekten
Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam
Sevgilim.
Louis Aragon
Zaman sensin
Zaman kadındır ister ki hep okşansın
Diz çökülsün hep
Dökülmesi gereken bir giysi gibi ayaklarına.
Bir taranmış
Bir upuzun saç gibi zaman
Soluğun buğulandırıp sildiğin ayna gibi.
Zaman sensin, uyuyan sen
Şafakta ben uykusuz seni beklerken
Sensin gırtlağıma dalan, bir bıçak gibi...
Ah bu söyleyemediğim işkencesi hiç geçmeyen zamanın
Bu mavi çanaklarda kan gibi
Durdurulmuş zamanın işkencesi
Ah bu daha beter işkence hiç mi hiç giderilmemiş istekten
Bu göz susuzluğundan sen yürürken odada
Bense bilirim büyüyü bozmamak gerektiğini
Daha beter seni kaçak
Seni yabancı bilmekten
Aklın ayrı bir yerde gönlün ayrı bir yüzyılda kalmaktan
Tanrım ne ağırdır sözcükler
Asıl demek istediğim bu.
Hazzın ötesinde sevgim
Hiç bir zararın erişemeyeceği yerde bugün
Sevgim
Sen ki benim saat-şakağımda vurursun
Boğulurum soluk alıp vermesen
Tenimde bir duraksar ve yerleşir adımın.
......
Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Korkuyorum senden
Korkuyorum yanın sıra gidenden pencerelere doğru akşam üzeri
El kol oynatışından söylenmeyen sözlerden
Korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan
Korkuyorum senden.
Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Kapat kapıları
Ölmek daha kolaydır sevmekten
Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam
Sevgilim.
Louis Aragon
KAN UYKU
Bir biz varız güzel öbürleri hep çirkin
Birde bu terli karanlık
Sonra bir şey daha var muhakkak ama adını bilmiyorum
Nereden başlasam sonunda o ışıkla karşılaşıyorum
Yarı çıplak utanmaz bir kadın resmini aydınlatıyor
Akşam oluyor ya bir türlü inanamıyorum
Oturmuş iri yapılı adamlar esrar çekiyorlar
Daha bir aydınlık olsun diye içtikleri su
Sarı topraktan testileri güneşte pişiriyorlar
Bir korkuyorum yalnız kalmaktan bir korkuyorum
Gündüzleri delice çalışıyorum geceleri kadınlarla yatıyorum
Sonra birden büyümüş görüyorum ağaçları
Kısrakları birden yavrulamış
Havaları birden güneşli
Kadınlarla yattığım yetse ya
Birde kadınlarla yattığıma inanmam gerekiyor
Hoşlanmıyorum
Turgut Uyar
Birde bu terli karanlık
Sonra bir şey daha var muhakkak ama adını bilmiyorum
Nereden başlasam sonunda o ışıkla karşılaşıyorum
Yarı çıplak utanmaz bir kadın resmini aydınlatıyor
Akşam oluyor ya bir türlü inanamıyorum
Oturmuş iri yapılı adamlar esrar çekiyorlar
Daha bir aydınlık olsun diye içtikleri su
Sarı topraktan testileri güneşte pişiriyorlar
Bir korkuyorum yalnız kalmaktan bir korkuyorum
Gündüzleri delice çalışıyorum geceleri kadınlarla yatıyorum
Sonra birden büyümüş görüyorum ağaçları
Kısrakları birden yavrulamış
Havaları birden güneşli
Kadınlarla yattığım yetse ya
Birde kadınlarla yattığıma inanmam gerekiyor
Hoşlanmıyorum
Turgut Uyar
ANLAŞILMAYAN ŞEYLER
Kolay bir hüzündür gecenin kovuğundan sarkan
Ellerindeki paramparça geçmişin sığ bir gövdesidir yolun ortasında
Erken bir gülüşe başlarken (tutanabildiğin yalnızca bir gülüş)
Ve sanki (kendinden korkan) bir erken bağlanmışlık varoluş ve tükenişin.
Bir görüntü anlatır (sanki) bir yolun, bir yoğunluğun ortasında bal rengi kanı
Ve ayrılığın ta içinde biriken küllüğüdür özlemin.
Eski, hep eski anlatılmamışlıktır defterlerin.
Kuruyan su.
Kuruyan uykusu.
Ve kan yine de bal rengi derbederliğin.
MURATHAN MUNGAN
Ellerindeki paramparça geçmişin sığ bir gövdesidir yolun ortasında
Erken bir gülüşe başlarken (tutanabildiğin yalnızca bir gülüş)
Ve sanki (kendinden korkan) bir erken bağlanmışlık varoluş ve tükenişin.
Bir görüntü anlatır (sanki) bir yolun, bir yoğunluğun ortasında bal rengi kanı
Ve ayrılığın ta içinde biriken küllüğüdür özlemin.
Eski, hep eski anlatılmamışlıktır defterlerin.
Kuruyan su.
Kuruyan uykusu.
Ve kan yine de bal rengi derbederliğin.
MURATHAN MUNGAN
BAĞIŞLAYIN
Bağışlayın, eğer denizin köpüğünden
daha çok ışık sızmadıysa gözlerimden,
bağışlayın, çünkü korunmasız
yayılır benim göğüm
ve sınırsız:
tekdüze benim şarkım,
sözcüklerim kasvetli bir kuş,
kayalardan ve denizden bir direy,
avuntusuzluk
kışsı, bozulmaz bir gezegende.
Bağışlayın suyun kayadan ve deniz köpüğünden
o sonsuz nakaratını, sonsuz abuk sabuk konuşmalarını
gelgitin: işte böyledir benim yalnızlığım:
apansız gürleyişinde savrulur tuz
saklı varlığımın duvarlarına, böylece
kendim
denizde,
çanlardaki çanların sesiyle
kendini tekrarlayan enlemin
ve kışın bir parçası olurum,
sessizliğin bir parçası, bir yele gibi ağır,
yosununki gibi bir sessizlik, batmış bir şarkı.
Pablo Neruda
Çeviren: İsmail Aksoy
“El Mar y Las Campanas”dan
Pablo Neruda
daha çok ışık sızmadıysa gözlerimden,
bağışlayın, çünkü korunmasız
yayılır benim göğüm
ve sınırsız:
tekdüze benim şarkım,
sözcüklerim kasvetli bir kuş,
kayalardan ve denizden bir direy,
avuntusuzluk
kışsı, bozulmaz bir gezegende.
Bağışlayın suyun kayadan ve deniz köpüğünden
o sonsuz nakaratını, sonsuz abuk sabuk konuşmalarını
gelgitin: işte böyledir benim yalnızlığım:
apansız gürleyişinde savrulur tuz
saklı varlığımın duvarlarına, böylece
kendim
denizde,
çanlardaki çanların sesiyle
kendini tekrarlayan enlemin
ve kışın bir parçası olurum,
sessizliğin bir parçası, bir yele gibi ağır,
yosununki gibi bir sessizlik, batmış bir şarkı.
Pablo Neruda
Çeviren: İsmail Aksoy
“El Mar y Las Campanas”dan
Pablo Neruda
28 Temmuz 2009
AĞAÇLAR
Çünkü bizler karda ağaç gövdeleri gibiyiz. Görünürde hemen toprak üzerinde bulunur gövdeler ve ufak bir yüklenişte onları yerlerinden söküp atmamak için ortada bir neden yok sanılır. Ama hayır! Olacak şey değildir bu; çünkü gövdeler yere sımsıkı yapışmıştır. Ama bu da yalnız görünürde böyledir.
Franz KAFKA
(Hikayeler)
Franz KAFKA
(Hikayeler)
27 Temmuz 2009
BATIŞ
Güneştir düşen turuncusunda menekşeler sunarım
Gece artık hiç dönülmeyecek yerlerdeki o sevgiliye
Çocuklara kekik toplayan o sevgiliye
Bir kekik uzatan çocuk anne deyince
Deniz dibinden çatı çeken
Çocuk üstüne arkadaş üstüne
Güneştir düşen yeşilinde bir yüz döner
Değişmeyen o gençligiyle sevgili
Ölümden sonraki kurtulma gibi
Döner döner de gelir karşıma
Deniz dibinden çıkan ahtapot ölüleri
Eski utanmaları çeker su yüzüne
Güneştir kırmızı ve ben en çömezi bir rengin
Altın hatıralar hükümetinin
Bitmeyen sultanı o sevgiliye adanmiş
Soy utanç soy anış soy sevgi
Gel artmaz azalmaz ey sevgi
Sezai Karakoç (KÖRFEZ)
Gece artık hiç dönülmeyecek yerlerdeki o sevgiliye
Çocuklara kekik toplayan o sevgiliye
Bir kekik uzatan çocuk anne deyince
Deniz dibinden çatı çeken
Çocuk üstüne arkadaş üstüne
Güneştir düşen yeşilinde bir yüz döner
Değişmeyen o gençligiyle sevgili
Ölümden sonraki kurtulma gibi
Döner döner de gelir karşıma
Deniz dibinden çıkan ahtapot ölüleri
Eski utanmaları çeker su yüzüne
Güneştir kırmızı ve ben en çömezi bir rengin
Altın hatıralar hükümetinin
Bitmeyen sultanı o sevgiliye adanmiş
Soy utanç soy anış soy sevgi
Gel artmaz azalmaz ey sevgi
Sezai Karakoç (KÖRFEZ)
24 Temmuz 2009
Niceleri Geldi
Niceleri geldi neler istediler
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler
Bu dünya kimseye kalmaz bilesin
Er geç kuyusunu kazar herkesin
Tut ki , Nuh kadar yaşadın zor bela
Sonunda yok olacak sen değil misin ?
ÖMER HAYYAM
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler
Bu dünya kimseye kalmaz bilesin
Er geç kuyusunu kazar herkesin
Tut ki , Nuh kadar yaşadın zor bela
Sonunda yok olacak sen değil misin ?
ÖMER HAYYAM
Çıkarlarını Düşünmeyenler
...çıkarlarını düşünmeyenler unutulacaktır. her olayda bir kenara çekilenler
gerçekten de bir kenarda kalacaklardır. yaptıkları işlerin gizli kalmasını
isteyenler, bunda başarıya ulaşacaklardır. kimse, onların varlığıyla tedirgin
olmayacaktır. bir gün öldükleri zaman, arkalarında küçük bir iz, bir anı, bir
gözyaşı, bir eser bırakmadan yok olacaklardır. Gazetedeki ölüm ilanı bile,
yedinci sayfada bir kenarda kalacak, kimsenin gözüne çarpmayacaktır. hayattan
çıkarı olmayanların, ölümden de çıkarı olmayacaktır. ölüm bile onların
adlarını duyurmaya yetmeyecektir. Herkesin mezarında güller ve menekşeler
büyürken, onların mezarlarını otlar bürüyecektir. mezarları bir kenarda
kalmasa bile, büyük ve muhteşem anıtların arasına sıkışıp kaybolacaktır.
cennetteki muhallebicide de garson onlarla ilgilenmeyecektir. ağız tadıyla bir
keşkül yiyemeden masadan kalkacaklardır. hayattan çıkarı olmayanların hayatı ,
çıkmaza sürüklenecektir. kendini beğenmişliğin cezasını daha bu dünyadan
çekmeye başlayacaklardır. sıkıntılarını kimseyle paylaşmasını bilmedikleri
için, yalnız başlarına ıstırap çekeceklerdir. duygu alıverişinden nasipleri
olmayacaktır. duygusuz, hareketsiz, tatsız bir hayat yaşadıkları sanılacaktır.
çektikleri acılarla, yüzlerinin buruşmasına, saçlarının beyazlaşmasına izin
verilmeyecektir. güldükleri zaman sevinçli, ağladıkları zaman kederli
oldukları sanılacaktır. hayattan çıkarları olmadığı da asla kabul
edilmeyecektir. böyle bir yanlışlığa düşülmeyecektir. aslında, hayattan
çıkarları olduğu ispat edilecektir, çıkarlarını korumak için canları çıktığı
halde, bunu beceremedikleri için,
çıkarları yokmuş da birşey beklemiyormuşçasınagillerden göründükleri yüzlerine
vurulacaktır. Onlar da bu saldırılara bir karşılık bulamayacaklardır.
kendilerini yokladıkları zaman, bütün ileri sürülenlerin gerçek olduğunu,
hayatlarını boş yere harcadıklarını, ne yazık ki artık çok geç kaldıklarını
onlar da açık ve seçik olarak göreceklerdir. işte o anda dahi, delice bir
harekette bulunmalarına, anlamsız bir hayatı anlamlı bir şekilde bitirmelerine
göz yumulmayacaktır. kendilerini öldüremeyeceklerdir. onlara anlatılacaktır
ki, böyle bir davranış bütün yaşamlarıyla çelişki içindedir, gerçekle ilgisi
yoktur: kendilerini öldürürlerse, onlar hakkında varılan isabetli yargıları
çürütmek için gene boş bir çaba göstermiş olurlar. bu hiçbir şeyi değiştirmez.
onlar, bu rezilliğe de katlanarak sürünmeye devam edeceklerdir. hayatlarıyla
yanlış olanların ölümleriyle doğru olmalarına imkan var mıdır? hayattan çıkarı
olmamak, hem tanrının hem de insanların gözlerinde affedilmez bir suçtur;
gelişip yayılmaması için gerekli her türlü tedbir alınacaktır. bütün tarih,
bütün iktisat, bütün sosyoloji, bütün psikoloji, kısaca bütün lojiler, hayatın
çıkarcılığa dayandığını göstermek için yırtınacaklardır, yırtınmalıdırlar.
"Ben çıkarıma bakarım" diyeceksiniz, bunun için "babamı bile tanımam"
diyeceksiniz. kimseyi tanımayacaksınız; hele hayattan çıkarı olmayanları hiç!
Oğuz Atay
gerçekten de bir kenarda kalacaklardır. yaptıkları işlerin gizli kalmasını
isteyenler, bunda başarıya ulaşacaklardır. kimse, onların varlığıyla tedirgin
olmayacaktır. bir gün öldükleri zaman, arkalarında küçük bir iz, bir anı, bir
gözyaşı, bir eser bırakmadan yok olacaklardır. Gazetedeki ölüm ilanı bile,
yedinci sayfada bir kenarda kalacak, kimsenin gözüne çarpmayacaktır. hayattan
çıkarı olmayanların, ölümden de çıkarı olmayacaktır. ölüm bile onların
adlarını duyurmaya yetmeyecektir. Herkesin mezarında güller ve menekşeler
büyürken, onların mezarlarını otlar bürüyecektir. mezarları bir kenarda
kalmasa bile, büyük ve muhteşem anıtların arasına sıkışıp kaybolacaktır.
cennetteki muhallebicide de garson onlarla ilgilenmeyecektir. ağız tadıyla bir
keşkül yiyemeden masadan kalkacaklardır. hayattan çıkarı olmayanların hayatı ,
çıkmaza sürüklenecektir. kendini beğenmişliğin cezasını daha bu dünyadan
çekmeye başlayacaklardır. sıkıntılarını kimseyle paylaşmasını bilmedikleri
için, yalnız başlarına ıstırap çekeceklerdir. duygu alıverişinden nasipleri
olmayacaktır. duygusuz, hareketsiz, tatsız bir hayat yaşadıkları sanılacaktır.
çektikleri acılarla, yüzlerinin buruşmasına, saçlarının beyazlaşmasına izin
verilmeyecektir. güldükleri zaman sevinçli, ağladıkları zaman kederli
oldukları sanılacaktır. hayattan çıkarları olmadığı da asla kabul
edilmeyecektir. böyle bir yanlışlığa düşülmeyecektir. aslında, hayattan
çıkarları olduğu ispat edilecektir, çıkarlarını korumak için canları çıktığı
halde, bunu beceremedikleri için,
çıkarları yokmuş da birşey beklemiyormuşçasınagillerden göründükleri yüzlerine
vurulacaktır. Onlar da bu saldırılara bir karşılık bulamayacaklardır.
kendilerini yokladıkları zaman, bütün ileri sürülenlerin gerçek olduğunu,
hayatlarını boş yere harcadıklarını, ne yazık ki artık çok geç kaldıklarını
onlar da açık ve seçik olarak göreceklerdir. işte o anda dahi, delice bir
harekette bulunmalarına, anlamsız bir hayatı anlamlı bir şekilde bitirmelerine
göz yumulmayacaktır. kendilerini öldüremeyeceklerdir. onlara anlatılacaktır
ki, böyle bir davranış bütün yaşamlarıyla çelişki içindedir, gerçekle ilgisi
yoktur: kendilerini öldürürlerse, onlar hakkında varılan isabetli yargıları
çürütmek için gene boş bir çaba göstermiş olurlar. bu hiçbir şeyi değiştirmez.
onlar, bu rezilliğe de katlanarak sürünmeye devam edeceklerdir. hayatlarıyla
yanlış olanların ölümleriyle doğru olmalarına imkan var mıdır? hayattan çıkarı
olmamak, hem tanrının hem de insanların gözlerinde affedilmez bir suçtur;
gelişip yayılmaması için gerekli her türlü tedbir alınacaktır. bütün tarih,
bütün iktisat, bütün sosyoloji, bütün psikoloji, kısaca bütün lojiler, hayatın
çıkarcılığa dayandığını göstermek için yırtınacaklardır, yırtınmalıdırlar.
"Ben çıkarıma bakarım" diyeceksiniz, bunun için "babamı bile tanımam"
diyeceksiniz. kimseyi tanımayacaksınız; hele hayattan çıkarı olmayanları hiç!
Oğuz Atay
22 Temmuz 2009
Aysel Git Başımdan
Aysel Git Başımdan
Aysel git başımdan ben sana göre değilim
Ölümüm birden olacak seziyorum.
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Aysel git başımdan istemiyorum.
Benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün
Dağıtır gecelerim sarışınlığını
Uykularımı uyusan nasıl korkarsın,
hiçbir dakikamı yaşayamazsın.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Benim icin kirletme aydınlığını,
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Islığımı denesen hemen düşürürsün,
gözlerim hızlandırır tenhalığını
Yanlış şehirlere götürür trenlerim.
Ya ölmek ustalığını kazanırsın,
ya korku biriktirmek yetisini.
Acılarım iyice bol gelir sana,
sevincim bir türlü tutmaz sevincini.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Ümitsizliğimi olsun anlasana
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim.
Sevindiğim anda sen üzülürsün.
Sonbahar uğultusu duymamışsın ki
içinden bir gemi kalkıp gitmemiş,
uzak yalnızlık limanlarına.
Aykırı bir yolcuyum dünya geniş,
Büyük bir kulak çınlıyor içimdeki.
Çetrefil yolculuğum kesinleşmiş.
Sakın başka bir şey getirme aklına.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim,
ölümüm birden olacak seziyorum,
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim.
Aysel git başımdan seni seviyorum...
Attila İlhan 'Aysel Git Başımdan'
Atilla İlhan
Aysel git başımdan ben sana göre değilim
Ölümüm birden olacak seziyorum.
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Aysel git başımdan istemiyorum.
Benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün
Dağıtır gecelerim sarışınlığını
Uykularımı uyusan nasıl korkarsın,
hiçbir dakikamı yaşayamazsın.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Benim icin kirletme aydınlığını,
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Islığımı denesen hemen düşürürsün,
gözlerim hızlandırır tenhalığını
Yanlış şehirlere götürür trenlerim.
Ya ölmek ustalığını kazanırsın,
ya korku biriktirmek yetisini.
Acılarım iyice bol gelir sana,
sevincim bir türlü tutmaz sevincini.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Ümitsizliğimi olsun anlasana
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim.
Sevindiğim anda sen üzülürsün.
Sonbahar uğultusu duymamışsın ki
içinden bir gemi kalkıp gitmemiş,
uzak yalnızlık limanlarına.
Aykırı bir yolcuyum dünya geniş,
Büyük bir kulak çınlıyor içimdeki.
Çetrefil yolculuğum kesinleşmiş.
Sakın başka bir şey getirme aklına.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim,
ölümüm birden olacak seziyorum,
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim.
Aysel git başımdan seni seviyorum...
Attila İlhan 'Aysel Git Başımdan'
Atilla İlhan
Bir Nedeni Yok Yalnızca Öptüm
Dudaklarım gerisin geriye çekildi; ağdalı bir sıvının ağır ağır örttüğü, korkunun biçim kazanıp ayağa kalktığı ve ‘hey bana bir şeyler söylemenin vakti geldi’ dediği zamanlarda bekledim seni; gözlerimi kapadım. Bekledim. Beklerken, özlemenin hangi geçitleri geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata kazandırdığını, basite indirgenmiş hüzünlerin geceleri dinlenmeye müsait şarkılarla şahlandığını anlatamadım. Evet, bilmiyordum. Bilmiyordum, kelimelerden arınmış bir cümle kurar gibi sevişmeyi. Sevişirken sözlük kullanıyordum hala. Ama, seni seviyordum. Ve sevdiğimi, sevgimi anlatma telaşıyla hata üstüne hata yapıyordum sana. Sana yaklaşamıyordum. Yasaklanmıştın adeta. Çiğnemeye çalıştığım yasak olsan da, uzak dursan da, o korkunç şeklini korusan da, farketmiyordu hiçbir şey. Küçük bir ateş. Küçücük bir ateştin sen. Sönmekten ürken bir ateş. Bir su damlasıyla bütün görkemini kaybedebilecek bir ateş. Aşkın mecali kalmamıştı. Sessizce sokuldum yanına. Acıyla irkildin. Gülümsedim. Gülümsememe anlam veremedin elbette. Kimdi bu? Ne istiyordu? Tanımadığın biri. Hatıralarını darmadağın etmeyi planlamış bir yabancı. Fuzuli bir beden, karşındaki. Usulca uzandım,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Kimi geceler penceremden uzayı seyrederim. Uzayın adını ben koymadım. Uzayın adını yıldızlar, gezegenler kendi aralarında kararlaştırmışlar. Rahatlatır beni o. Bütün yağmurlar, uzayın derinliklerinden gelip yağar diye düşünürüm. Yağmurlar başka galaksilerden gelip yağar. Romantizme uyum sağlamak için de değil. Öyle. İşin gerçeği budur. Yağmurlar, bu dünyaya ait sanma. Bembeyaz bir yalnızlığın olmalı senin de. Lekesiz bir yalnızlık. Lekelenmeye müsait bir yalnızlık. Tedirginliğini buna bağlıyorum seni seyrederken. Pişmansın. Pişmansın kapıp koyveremediğin için sanki. Elinde olsa, avaz avaz bağıracaksın sokaklarda. ‘Neyim ben? ! ’ diye haykıracaksın. Olmuyor tabii. Olmuyor. Sıyrılır gibi lüzumsuz bir yerden, sıyrılıp kendi affına sığınıyorsun. Beni anlayacağın günler gelecek. Beni de göreceksin. Benimle tamamlanacak bir şeye benziyorsun çünkü. Korkma lütfen,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Çocukluğumdan söz etmek isterim sana, eğer sıkılmazsan. Bir gün otururuz evde, ben sana hayatımı anlatırım dakika dakika. Kaç yaşımdaysam, o kadar yıl sürer konuşmam. Çay pişiririz. Çaydanlığa su yerine votka koyarız sen dilersen. Sonra da sen anlatırsın: Sevdiğin filmleri, sevdiğin parçaları, sevdiğin canlıları, sevdiğin... hep sevdiğin şeylerden konu açarsın. Ben sıkılmam. Ben seninle sıkılmamayı seni ararken öğrendim. Seni hayal ederken keşfettim sıkılmamanın azametini. Bir insan, bir insanı sıkamaz. Bir insan canı isterse sıkılır. Hacimler açarım sana içimde, dolman için, oraya akman için. Hacimler açarsın bana; çağlayarak gelirim. Endişelenmen gereksiz,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Olması gerektiği kadar fedakar biriyim aslında; daha fazlasını umma açıkçası. Endişelerim, ideallerim, halletmeye çalıştığım meselelerim var. Başkalaşmaya çalışıyorum. Gözardı edilmiş tutumlar edinmek hoş. Değişmek, hiç de zor değil. Yalnızca özgür olabilsem, sorun kalmayacakmış gibi sanki. Anlaşılmak istiyorum: sevdiğim bir şarkıyı herhangi biriyle paylaşırken aynı duyguları hissetmek arzusu bu. Evet, tıpkı bu. Sese, ahenge kapılırken, kendini müziğin ritmine verirken yanında bir diğerinin olabilmesi; görkemli bir anda birlikte sadeleşebilmek. Birlikte dansedebilmek gibi. Sen hastayken başucunda birinin sabaha kadar oturması gibi. Arada bir alnındaki teri silmesi, üstünün açılmamasına dikkat etmesi gibi. Bir başkası için hayatta kalma çabası gibi sanki. Ölmek için değil, yaşamak için uğraşmak gibi. Ummadan, hayal etmeden, sıradan, olduğu gibi.doğal. Ve ciddi. Ciddi ciddi hayatla mücadele edebilme gücü. Bu gücü yanyanayken yaratabilme yeteneği. Ben bu yeteneğin bir parçası olarak sokuluyorum sana. Masallarla geliyorum. Efsanelerle geliyorum. Herhangi bir insanın birikimiyle geliyorum aslında. Artniyetsizim. İnan,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Bazı sorulara cevap bulamadım; kuşkusuz gerekli de değildi bu. Soruyu soru halinde bırakıp sahici yanını korumaya çalışmam, cehalet mi sanıldı acaba? ! Bedenlerin bedenlerden istedikleri, ruhların, ruhlardan çıkarttıkları, karşılıklı acıların birbirlerinin etkisini arttırdıkları vakitlerde düştün aklıma. Aklıma yayıldın. Ne kaybedebilir, ne kazanabilirdim ki artık: Ortadaydım işte! Bir başkasının mal varlığına dönüşmeden yaşayabilmenin yalnızlığıydı bu. Hayır! Melankoli diye adlandırma bu durumu; ortak bir açı yakalayamama sorunu galiba. Her kadın gibi doğurmak hevesi, her erkek gibi dağların doruklarında biraz gözden ırak hüzünlenme denemeleri aslında. Kusura bakma, kafam biraz dağınık,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
İnsan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir. Kızmamalısın. Darılmamalısın eğer bir kardeşlik varsa aranızda. Sevgi, hoşgörü takıntıları da değil. Bir elmanın kırmızı olması, bir gülün öyle kokması, bir derdin halledilmesinin ardından gelen ferahlık kadar sıradan ve güzeldir hata yapmak da. Aşka çılgınlığın yakıştığı çağları neden unutalım? Neden tarihin çuvalına tıkalım tatlı serseriliği, az biraz sergüzeşt olmayı? ! Ilımlılık mı kurtaracak insanlığı? Alttan alma mı örtecek bunca çirkefi, zorluğu, belayı? Demokrasi, senin saçlarından güzel olamaz. Senin yüzünden daha güzel olamaz krediler, faizler, repolar, tahviller. Dünyanın en uzun gecesi 21 aralık değil, beni terkettiğin gecedir. Beni üzdüğün, yorduğun, yıprattığın gecedir. Bir kabahat mi gerçekten kendi dışında birine hayranlık beslemek? ! Gerçekten kırıyorsun beni,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Birinin peşindeyim ben; tanımsız bıraktığım birinin. Sessizliğin doyurduğu, biçimli ve endişeli birinin. Düşüncelerimi zapteden, kelimelerimi korkutan birinin. Yanında huzurlu uyuduğum, mutlu uyandığım birinin. Onunla olmakla, onunla birlikte yaşamakla gizli bir gurur duyduğum, asla kıskançlığa ya da sahiplenmeye dönüşmeyen bir tutkuyla bağlandığım birinin. Onu arıyorum göğe her baktığımda; bir melek gibi uzanıp yüzüme dokunacağını tasarlıyorum. Bütün aşkların payına düşen şiddetten arınmış, başkalarına aynı/ birbirimize farklı koktuğumuz bir sevginin yolu bu. Cesaretimi ondan alıyorum pervasızca ve yine ona ben cesaret veriyorum mücadele ruhunda. Bir sır gibi saklıyoruz misafirliğimizi. Hüzün bitince geri döneceğiz çağımıza. İnsanlığa karışmaya hazır yapışık kalpler taşıyoruz aşkımızda. Bizim aşkımız hakikaten beden gücü gerektiriyor akıl kadar. Yapacak çok işimiz var. Dövüşecek çok düşmanımız var. Kucaklayacak çok arkadaşımız var. Bizim sebebimiz bu. Bizim fazlalığımız bu. Belki de iksirimiz. Kanayan yüzlerle çevrili bir gezegende, fırtınaya karışan bellek tozlarımızla, erdemlerimizle, ideallerimizle ayaktayız. Yalan söylemiyorum
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Evet, sen de isterdin sanırım huzurlu yaşayabileceğin bir hayatın planlarını yapabilmeyi; kolaya indirgenmiş, biraz fazlayı aşırılıkta aramayan, ölçülü bir heyecanla kritersiz bir maceraya aday kahraman olmayı. “Rüzgara dur, yağmura yağma, mevsime değiş” demeyi; doğru, hepimizde biraz tanrıyı kıskanmak var galiba. Bütün günahlar da buradan kaynaklanıyor adeta. Hırslarımızın, çekincelerimizin odağı burası. Kazanmaktan çok, kaybetmeyi göze alabiliyoruz. Çikolata bile kurtlanabilir. Dondurma erir. Çiçek solar. Galiba önemli olan, onları yerinde yaşamak, yerinde korumak! Birer hatıraya dönüşseler bile! Kaç ölüme kaç doğuma şahit olduğunu hatırlayabiliyor musun? Sevmek, ifade edebilmek kadar, ifadeyi unutmamaktır da.
Şimdi sessizce uzaklaşmalıyım. Çünkü beni anlamadığını, anlamak için uğraşmadığını, hatta bunu önemsemediğini biliyorum. Aynı otobandaydık ve birimiz birimizin yanından geçip gitti. Hafızasızlığı, gurur saymanın adil yanı! . Hangimiz süratliydik; önemi kalmadı. Hangimiz daha özveriliydik; bunun da.. umarım mutlu olursun. Bunu bir çöküntü anında da söylemiyorum. Hiç kimse aldatmadı ötekini; yalnızca böyleydik işte! . Yüzüme öyle bakma nefretle,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Benden uzaklaştıkça, bana ait olandan yakanı sıyırdıkça rahatlayacağını, herşeye yeniden başlayabileceğini sanıyorsun. Kimbilir, doğrudur belki de! . Adımın yaşamadığı, adımın özlemle anılmadığı yerlerde kime umut verebilirim ki zaten? Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin esrarı büyüleyici! Romantizmin kanına girdiği insanlar bencil ve hırslı!
Ben seninle birlikte yaşlanabilecek kadar erken yola çıkmayı istemiştim; maceramız uzundu çünkü. Maceramızın tahakküm altına alınamayacak kadar mükemmel olması, donanımımızla ilişkiliydi. Ynni, sen ne kadar sevecensen, ben ne kadar yıpratıcıysam.. o da o kadar mükemmeldi. Özveri denebilir buna. Evet, buna özveri demek beni mutlu ediyor. İnsan, özverinin çocuklara ad olarak verilebileceği bir dünyada tanımını kaybediyor. Bu kaybedişteki kaosun ritmiyle çekiliyorum sana. Sen bir mıknatıssın şeffaf ve ben, çekilirken sana içimdeki alelade metal parçalarıyla, kan şekerim düşüyor, ağzım düşüyor, ellerim.. en çok da ellerim düşüyor! . Sakın ha üstüne alınma,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Ben seni kırmak için yaratılmadım. Uzun zamandır seni planlıyorum haksızca; cezalandırılacak kadar mı yabancı, tanınmaz ve suç yüklüydüm? ! Belki; seni çok yıprattığımın, bıraktığımın elbette farkına vardım, ama herşey mi benim aleyhte varoluşumla açıklanabilir? ! Beni, başta sana olmak üzere kimliklere karşı saldırganlaştıran koşulları tek başıma ben mi oluşturdum? Seni kaybettim. Bunu biliyorum. Seni kaybettiğimi sen çekip gitmeden önce de biliyordum. Ortadaydı. Bedel ve kefalet ortadaydı.. senin hakkında bir satır yazmamaya çalışmamın nedenini hiç düşündün mü? ! Sana ait olanları içten içe koruma uğraşı mıydı sanki bu: kuşkusuz. Hala da saygıyla ağlıyorum. Büyük bir tesadüfe yenildim, büyük bir eksen kaymasıyla, sihirbazın şapkasında sıkışıp kalan tavşan gibi,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Elbette kızıyorsun bana; belki en çok da bu zayıflığıma kızıyorsun: Tedirginliğime, seni kaybetme endişeme, telaşıma, şaşkınlığıma, titreyişime, ürpermem, anlamlarını anlamamış kelimelerle yetinmeme, müzakerelerde bulunmama, buhranların yorduğu bir gençlik yaşamama, bilincimi sana yönlendirmeme, sürekli sürekli içmeme, kelimlerin kifayetsiz olma durumuna, vesaireye vesaireye.. İnadıma öfkeleniyorsun. Seni bırakmama, seni özgürlüğüne salmama hiddetleniyorsun. Bu da aşk işte! Bu da entrika! Bu da soysuzlaşmanın, aşkın getirdiği dalaveralarla kendine kilitlenmenin başka bir çeşidi! Peki anahtar nerede sevgilim? ! peki anahtarın üzerindeki yivler kimin eseri? ! Dur, dur, bağırma,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Bunlar da geçecek şüphesiz. Seni unutmama kaç yüzyıl kaldı ki.. bir küsme, bir burulma biçimiyle gidişinin ardından şehrin gri cephelerine fevkalade ağır bir el bombası gibi düşen bunaltının bıraktığı korkunç acının unutulmasına kaç yüzyıl kaldı ki.. Yaralandım. Bütün noktalarımdaki nöbetçiler de yaralandı. Çığrından çıkmış bir ayaklanma gibi ağlamakta yalnızlığım. Bir gerçek aramıyorum felakete. Bir bahne göremiyorum arkadaşlarımın beni teselli etmek için söyledikleri kelimelerin hanesinde. Ama yokluğunu doldurmuyor sevda siyasetinin hançerleri. Ama bilemiyorum yağmurun ardından artık hangimiz suçlanacak.. Eğer hissediyorsan,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Ben sende ardı arkası kesilmeyen bir korku sevdim. Ben bir cüce çocuk sevdim sende sıska. Şiddetli ve hayret uyandıran manevralarla kendi kanına olan saplantılı aşkını sevdim. O rutubet kokan loş yüzündeki kanalizasyonları, az kelimeyle kurduğun cümlelerdeki gizli soru işaretlerini, barlardan çatlak bardak gibi atılmayı beklemeni, serserice patlamalarını, yuttuğun toplu iğneleri ve bir film hilesi hissi uyandıran utangaç hasret pozlarını sevdim. Dokunamadım sana. Parmakuçlarım neşterdi çünkü. Kırılan bir kemiğin sesiyle veda ederken,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Kimi geceler penceremden uzayı seyrederim. Uzayın adını ben koymadım. Uzayın adını yıldızlar, gezegenler kendi aralarında kararlaştırmışlar. Rahatlatır beni o. Bütün yağmurlar, uzayın derinliklerinden gelip yağar diye düşünürüm. Yağmurlar başka galaksilerden gelip yağar. Romantizme uyum sağlamak için de değil. Öyle. İşin gerçeği budur. Yağmurlar, bu dünyaya ait sanma. Bembeyaz bir yalnızlığın olmalı senin de. Lekesiz bir yalnızlık. Lekelenmeye müsait bir yalnızlık. Tedirginliğini buna bağlıyorum seni seyrederken. Pişmansın. Pişmansın kapıp koyveremediğin için sanki. Elinde olsa, avaz avaz bağıracaksın sokaklarda. ‘Neyim ben? ! ’ diye haykıracaksın. Olmuyor tabii. Olmuyor. Sıyrılır gibi lüzumsuz bir yerden, sıyrılıp kendi affına sığınıyorsun. Beni anlayacağın günler gelecek. Beni de göreceksin. Benimle tamamlanacak bir şeye benziyorsun çünkü. Korkma lütfen,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Çocukluğumdan söz etmek isterim sana, eğer sıkılmazsan. Bir gün otururuz evde, ben sana hayatımı anlatırım dakika dakika. Kaç yaşımdaysam, o kadar yıl sürer konuşmam. Çay pişiririz. Çaydanlığa su yerine votka koyarız sen dilersen. Sonra da sen anlatırsın: Sevdiğin filmleri, sevdiğin parçaları, sevdiğin canlıları, sevdiğin... hep sevdiğin şeylerden konu açarsın. Ben sıkılmam. Ben seninle sıkılmamayı seni ararken öğrendim. Seni hayal ederken keşfettim sıkılmamanın azametini. Bir insan, bir insanı sıkamaz. Bir insan canı isterse sıkılır. Hacimler açarım sana içimde, dolman için, oraya akman için. Hacimler açarsın bana; çağlayarak gelirim. Endişelenmen gereksiz,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Olması gerektiği kadar fedakar biriyim aslında; daha fazlasını umma açıkçası. Endişelerim, ideallerim, halletmeye çalıştığım meselelerim var. Başkalaşmaya çalışıyorum. Gözardı edilmiş tutumlar edinmek hoş. Değişmek, hiç de zor değil. Yalnızca özgür olabilsem, sorun kalmayacakmış gibi sanki. Anlaşılmak istiyorum: sevdiğim bir şarkıyı herhangi biriyle paylaşırken aynı duyguları hissetmek arzusu bu. Evet, tıpkı bu. Sese, ahenge kapılırken, kendini müziğin ritmine verirken yanında bir diğerinin olabilmesi; görkemli bir anda birlikte sadeleşebilmek. Birlikte dansedebilmek gibi. Sen hastayken başucunda birinin sabaha kadar oturması gibi. Arada bir alnındaki teri silmesi, üstünün açılmamasına dikkat etmesi gibi. Bir başkası için hayatta kalma çabası gibi sanki. Ölmek için değil, yaşamak için uğraşmak gibi. Ummadan, hayal etmeden, sıradan, olduğu gibi.doğal. Ve ciddi. Ciddi ciddi hayatla mücadele edebilme gücü. Bu gücü yanyanayken yaratabilme yeteneği. Ben bu yeteneğin bir parçası olarak sokuluyorum sana. Masallarla geliyorum. Efsanelerle geliyorum. Herhangi bir insanın birikimiyle geliyorum aslında. Artniyetsizim. İnan,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Bazı sorulara cevap bulamadım; kuşkusuz gerekli de değildi bu. Soruyu soru halinde bırakıp sahici yanını korumaya çalışmam, cehalet mi sanıldı acaba? ! Bedenlerin bedenlerden istedikleri, ruhların, ruhlardan çıkarttıkları, karşılıklı acıların birbirlerinin etkisini arttırdıkları vakitlerde düştün aklıma. Aklıma yayıldın. Ne kaybedebilir, ne kazanabilirdim ki artık: Ortadaydım işte! Bir başkasının mal varlığına dönüşmeden yaşayabilmenin yalnızlığıydı bu. Hayır! Melankoli diye adlandırma bu durumu; ortak bir açı yakalayamama sorunu galiba. Her kadın gibi doğurmak hevesi, her erkek gibi dağların doruklarında biraz gözden ırak hüzünlenme denemeleri aslında. Kusura bakma, kafam biraz dağınık,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
İnsan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir. Kızmamalısın. Darılmamalısın eğer bir kardeşlik varsa aranızda. Sevgi, hoşgörü takıntıları da değil. Bir elmanın kırmızı olması, bir gülün öyle kokması, bir derdin halledilmesinin ardından gelen ferahlık kadar sıradan ve güzeldir hata yapmak da. Aşka çılgınlığın yakıştığı çağları neden unutalım? Neden tarihin çuvalına tıkalım tatlı serseriliği, az biraz sergüzeşt olmayı? ! Ilımlılık mı kurtaracak insanlığı? Alttan alma mı örtecek bunca çirkefi, zorluğu, belayı? Demokrasi, senin saçlarından güzel olamaz. Senin yüzünden daha güzel olamaz krediler, faizler, repolar, tahviller. Dünyanın en uzun gecesi 21 aralık değil, beni terkettiğin gecedir. Beni üzdüğün, yorduğun, yıprattığın gecedir. Bir kabahat mi gerçekten kendi dışında birine hayranlık beslemek? ! Gerçekten kırıyorsun beni,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Birinin peşindeyim ben; tanımsız bıraktığım birinin. Sessizliğin doyurduğu, biçimli ve endişeli birinin. Düşüncelerimi zapteden, kelimelerimi korkutan birinin. Yanında huzurlu uyuduğum, mutlu uyandığım birinin. Onunla olmakla, onunla birlikte yaşamakla gizli bir gurur duyduğum, asla kıskançlığa ya da sahiplenmeye dönüşmeyen bir tutkuyla bağlandığım birinin. Onu arıyorum göğe her baktığımda; bir melek gibi uzanıp yüzüme dokunacağını tasarlıyorum. Bütün aşkların payına düşen şiddetten arınmış, başkalarına aynı/ birbirimize farklı koktuğumuz bir sevginin yolu bu. Cesaretimi ondan alıyorum pervasızca ve yine ona ben cesaret veriyorum mücadele ruhunda. Bir sır gibi saklıyoruz misafirliğimizi. Hüzün bitince geri döneceğiz çağımıza. İnsanlığa karışmaya hazır yapışık kalpler taşıyoruz aşkımızda. Bizim aşkımız hakikaten beden gücü gerektiriyor akıl kadar. Yapacak çok işimiz var. Dövüşecek çok düşmanımız var. Kucaklayacak çok arkadaşımız var. Bizim sebebimiz bu. Bizim fazlalığımız bu. Belki de iksirimiz. Kanayan yüzlerle çevrili bir gezegende, fırtınaya karışan bellek tozlarımızla, erdemlerimizle, ideallerimizle ayaktayız. Yalan söylemiyorum
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Evet, sen de isterdin sanırım huzurlu yaşayabileceğin bir hayatın planlarını yapabilmeyi; kolaya indirgenmiş, biraz fazlayı aşırılıkta aramayan, ölçülü bir heyecanla kritersiz bir maceraya aday kahraman olmayı. “Rüzgara dur, yağmura yağma, mevsime değiş” demeyi; doğru, hepimizde biraz tanrıyı kıskanmak var galiba. Bütün günahlar da buradan kaynaklanıyor adeta. Hırslarımızın, çekincelerimizin odağı burası. Kazanmaktan çok, kaybetmeyi göze alabiliyoruz. Çikolata bile kurtlanabilir. Dondurma erir. Çiçek solar. Galiba önemli olan, onları yerinde yaşamak, yerinde korumak! Birer hatıraya dönüşseler bile! Kaç ölüme kaç doğuma şahit olduğunu hatırlayabiliyor musun? Sevmek, ifade edebilmek kadar, ifadeyi unutmamaktır da.
Şimdi sessizce uzaklaşmalıyım. Çünkü beni anlamadığını, anlamak için uğraşmadığını, hatta bunu önemsemediğini biliyorum. Aynı otobandaydık ve birimiz birimizin yanından geçip gitti. Hafızasızlığı, gurur saymanın adil yanı! . Hangimiz süratliydik; önemi kalmadı. Hangimiz daha özveriliydik; bunun da.. umarım mutlu olursun. Bunu bir çöküntü anında da söylemiyorum. Hiç kimse aldatmadı ötekini; yalnızca böyleydik işte! . Yüzüme öyle bakma nefretle,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Benden uzaklaştıkça, bana ait olandan yakanı sıyırdıkça rahatlayacağını, herşeye yeniden başlayabileceğini sanıyorsun. Kimbilir, doğrudur belki de! . Adımın yaşamadığı, adımın özlemle anılmadığı yerlerde kime umut verebilirim ki zaten? Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin esrarı büyüleyici! Romantizmin kanına girdiği insanlar bencil ve hırslı!
Ben seninle birlikte yaşlanabilecek kadar erken yola çıkmayı istemiştim; maceramız uzundu çünkü. Maceramızın tahakküm altına alınamayacak kadar mükemmel olması, donanımımızla ilişkiliydi. Ynni, sen ne kadar sevecensen, ben ne kadar yıpratıcıysam.. o da o kadar mükemmeldi. Özveri denebilir buna. Evet, buna özveri demek beni mutlu ediyor. İnsan, özverinin çocuklara ad olarak verilebileceği bir dünyada tanımını kaybediyor. Bu kaybedişteki kaosun ritmiyle çekiliyorum sana. Sen bir mıknatıssın şeffaf ve ben, çekilirken sana içimdeki alelade metal parçalarıyla, kan şekerim düşüyor, ağzım düşüyor, ellerim.. en çok da ellerim düşüyor! . Sakın ha üstüne alınma,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Ben seni kırmak için yaratılmadım. Uzun zamandır seni planlıyorum haksızca; cezalandırılacak kadar mı yabancı, tanınmaz ve suç yüklüydüm? ! Belki; seni çok yıprattığımın, bıraktığımın elbette farkına vardım, ama herşey mi benim aleyhte varoluşumla açıklanabilir? ! Beni, başta sana olmak üzere kimliklere karşı saldırganlaştıran koşulları tek başıma ben mi oluşturdum? Seni kaybettim. Bunu biliyorum. Seni kaybettiğimi sen çekip gitmeden önce de biliyordum. Ortadaydı. Bedel ve kefalet ortadaydı.. senin hakkında bir satır yazmamaya çalışmamın nedenini hiç düşündün mü? ! Sana ait olanları içten içe koruma uğraşı mıydı sanki bu: kuşkusuz. Hala da saygıyla ağlıyorum. Büyük bir tesadüfe yenildim, büyük bir eksen kaymasıyla, sihirbazın şapkasında sıkışıp kalan tavşan gibi,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Elbette kızıyorsun bana; belki en çok da bu zayıflığıma kızıyorsun: Tedirginliğime, seni kaybetme endişeme, telaşıma, şaşkınlığıma, titreyişime, ürpermem, anlamlarını anlamamış kelimelerle yetinmeme, müzakerelerde bulunmama, buhranların yorduğu bir gençlik yaşamama, bilincimi sana yönlendirmeme, sürekli sürekli içmeme, kelimlerin kifayetsiz olma durumuna, vesaireye vesaireye.. İnadıma öfkeleniyorsun. Seni bırakmama, seni özgürlüğüne salmama hiddetleniyorsun. Bu da aşk işte! Bu da entrika! Bu da soysuzlaşmanın, aşkın getirdiği dalaveralarla kendine kilitlenmenin başka bir çeşidi! Peki anahtar nerede sevgilim? ! peki anahtarın üzerindeki yivler kimin eseri? ! Dur, dur, bağırma,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Bunlar da geçecek şüphesiz. Seni unutmama kaç yüzyıl kaldı ki.. bir küsme, bir burulma biçimiyle gidişinin ardından şehrin gri cephelerine fevkalade ağır bir el bombası gibi düşen bunaltının bıraktığı korkunç acının unutulmasına kaç yüzyıl kaldı ki.. Yaralandım. Bütün noktalarımdaki nöbetçiler de yaralandı. Çığrından çıkmış bir ayaklanma gibi ağlamakta yalnızlığım. Bir gerçek aramıyorum felakete. Bir bahne göremiyorum arkadaşlarımın beni teselli etmek için söyledikleri kelimelerin hanesinde. Ama yokluğunu doldurmuyor sevda siyasetinin hançerleri. Ama bilemiyorum yağmurun ardından artık hangimiz suçlanacak.. Eğer hissediyorsan,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Ben sende ardı arkası kesilmeyen bir korku sevdim. Ben bir cüce çocuk sevdim sende sıska. Şiddetli ve hayret uyandıran manevralarla kendi kanına olan saplantılı aşkını sevdim. O rutubet kokan loş yüzündeki kanalizasyonları, az kelimeyle kurduğun cümlelerdeki gizli soru işaretlerini, barlardan çatlak bardak gibi atılmayı beklemeni, serserice patlamalarını, yuttuğun toplu iğneleri ve bir film hilesi hissi uyandıran utangaç hasret pozlarını sevdim. Dokunamadım sana. Parmakuçlarım neşterdi çünkü. Kırılan bir kemiğin sesiyle veda ederken,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Küçük İskender
MONA ROZA
Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller, ak güller
Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza, bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar
Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek...
Zeytin ağaçları söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
Seni hatırlatıyor her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ellerin ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli oluyor bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin ellerin ve parmakların
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Akşamları gelir incir kuşları
Konar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak, kimisi sarı
Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları
Ki ben Mona Roza bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar su kenarında
Ki ben Mona Roza bulurum seni
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım sığmaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Artık inan bana muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artık inan bana muhacir kızı
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapalı gece ve güne
Altın bilezikler o kokulu ten
Mona Roza siyah güller, ak güller
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Aaahhh! senin yüzünden kana batacak!
Mona Roza siyah güller, ak güller
Sezai Karakoç
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller, ak güller
Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza, bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar
Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek...
Zeytin ağaçları söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
Seni hatırlatıyor her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ellerin ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli oluyor bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin ellerin ve parmakların
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Akşamları gelir incir kuşları
Konar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak, kimisi sarı
Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları
Ki ben Mona Roza bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar su kenarında
Ki ben Mona Roza bulurum seni
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım sığmaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Artık inan bana muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artık inan bana muhacir kızı
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapalı gece ve güne
Altın bilezikler o kokulu ten
Mona Roza siyah güller, ak güller
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Aaahhh! senin yüzünden kana batacak!
Mona Roza siyah güller, ak güller
Sezai Karakoç
AYKIRI DAVRANMAK
Var olan evcil domuzlarınıza boyun eğin siz. Var olmayan tanrılarımın
yolundan gideceğim ben.
İnsan kalacağız biz bağışlanmazlık pahasına.
René CHAR
Çeviri : Tahsin SARAÇ
yolundan gideceğim ben.
İnsan kalacağız biz bağışlanmazlık pahasına.
René CHAR
Çeviri : Tahsin SARAÇ
CORONA
güz kendi yaprağını yiyor elimden: biz iki dostuz.
zamanı ceviz kabuklarından ayıklayıp yürümeyi öğretiyoruz ona:
zamansa dönüyor kabuğuna.
aynada pazar,
düşte uyunan uyku,
ağızsa gerçeği söylemede.
gözüm bir sevgilinin cinselliğine teşne:
öyle bakışıyoruz,
karanlık sözler ediyoruz birbirimize,
haşhaş ve bellek gibi seviyoruz birbirimizi,
uyuyoruz şarap gibi midye kabuğunda,
bir deniz gibi ayın kanlı ışığında.
penceredeyiz sarmaş dolaş,kendimizi seyrediyoruz sokaktan:
vakt erişti, herkesler bilsin bunu!
artık çiçek açma zamanıdır taşın,
yüreğinse tedirginlik zamanı.
zamanıdır, zamanı gelmenin.
artık zamanıdır.
Paul Celan
Çeviri: Sevil Eryaşar
Kaydol:
Yorumlar (Atom)